Ayı oynatıcılık, Türkiye coğrafyasında 1920’lerden başlayarak yasaklandığı 1990’lı yıllara kadar süren, eğlence kisvesi altında ayılara doğrudan işkence edilen bir gelenektir. Öyle ki gelenek, pratiğin bütünü itibariyle hayvana eziyet üzerinden kurgulanır ve ilk olarak bedensel işkence ile başlar. Birkaç aylık yavrunun gözleri türlü kötücül yolla kör edilir. Sonrasında tef eşliğinde kızgın sacın üzerine çıkarılan hayvan, yanan ayaklarını kaldırdıkça zıplıyor ve dans ediyor gibi görünür. Zamanla buna şartlanan ayı, sıcak sacın üzerine çıkarılmasa dahi refleksiv olarak tef sesi duyduğunda ayaklarını kaldırmaya başlar. (Toklucu, 2021) Ayının karşı gelmesi durumunda ‘‘ayıcı’’ denilen ayıdan sorumlu insan ayıyı dürter ya da burnundaki zincir ile zorla hareket etmesini sağlar.
Hayvanlara dair insanlar tarafından gereksiz yere acı çektirme durumu ayı oynatmacılığıyla ne ilk ne de son. Bu konuyu araştırırken bulduğum ve sonrasında üzerine düşünmeye iten şeylerden biri, ayı oynatıcılığının gözümüzün önünde bir işkence içermesine rağmen -burada gözümüzün her daim göremeyebildiği deney hayvanları yahut endüstriyel hayvan yetiştiriciliği gibi örnekleri düşünelim- ve sürekli bir ifşa halinde olan bu eziyetin tarih içinde savunucularının ve aklayıcılarının da olmasıydı. Murat Toklucu’nun yazısından vereceğim iki örnek buna işaret ediyor. Cumhuriyet gazetesi yazarı Agâh İzzet, “Yağız tenli, burma bıyıklı, iri kemikli bir çingene erkeğinin elindeki zilli tefi şıkırdatarak kocaman bir ayıya göbek attırmasındaki hususi cazibeyi inkâr edebilir misiniz?” diye soruyor, ardından yasak kararını alanları “Hayvanların hukukunu muhafaza için yapacak başka işleri kalmamış” derken, başka bir Cumhuriyet gazetesi Burhan Felek de, ‘‘Ayı aslında bir dağ hayvanı iken biz onu terbiye etmişiz, şehre ve mahalleye sokmuşuz, ona ekmek parası kazandıracak hünerler öğretmişizdir. Belki bunu bir zulüm sayıp ayıcılara kızanlar vardır. Yanlış, çok yanlış! Ayı terbiye etmek de bir nevi marifettir.’’ diyordu. (Toklucu, 2021) Bu iki görüşün tarihinin bundan en az 60 sene öncesine dayanmasına karşın, hayvanlara dair bu kendinden menkul bakış bize yabancı gelmiyor. Bugün herhangi bir ekolojik felakette gözden ilk çıkarılabilen hayvanlar, ehlileştirilmesi gereken yahut ehlileştirilemiyorsa suçlanması gereken hayvanlar; kendilerinden bağımsız, insana dair ahlaki sorumlulukları yüklediğimiz ve bir terslik olduğunda aramızdaki ilişkiyi her daim ona karşı bir tehdit olarak kullanabileceğimiz hayvanlar… Hayvanlara iyi davranmanın bir lütuf olduğu ve toplumun her yerine sirayet etmediğini fark edebiliriz böylece.
Tarihi boyunca pek çok hayvan sömürüsü örneğinin yaşandığı bu coğrafyada görüldüğü üzere ayılar da rahat bırakılmamıştır. Bugünden baktığımızda hayvanlara dair insanların ezici bakışı tarihsel bir temele dayandırılabilir. Tıpkı Hayırsızada örneği gibi, günden güne metropolleşen sokaklar hayvanlar için bir zulüm alanı olmuştur. Bir yandan yaşam alanları daraltılırken bir yandan da alınıp süründürüldükleri yerde rahatlık ve huzur bulamazlar. Geldiğimiz noktada bu saydığımız tip hayvan işkenceleri ile karşılaşmıyoruz fakat onun yerine sistemin getirdiği ve güç hiyerarşisinde yeri hep en altta olan hayvanlara dair, her daim gelişen alternatif ve yeni eziyet tipleri mevcut. Köleleştirilen hayvan bedenleri artık hataya yer olmaksızın, sistematik bir zulüm zincirinde. Bütün bunlarla ilgili belki de ilk tutunmamız gereken düşünce, bütüncül bir mücadele anlayışı içinde her canlının eşit, özgür ve adil bir hayata kavuşması gerektiği inancıdır. Ayrıcalıklı yerlerimizden ve güvenli alanlarımızdan kafamızı kaldırarak belki, her defasında kolayca ihmal edilebilir ve zarar verilebilir olana dair bu ilişkiyi ifşa edebilmeliyiz. Keza bu şekil bir bakış toplumsal alandaki her türlü iktidar ilişkisini de sorgulayacak bir kapı açar.
KAYNAKÇA
Murat Toklucu (2021) ‘’Ayıların Başına Gelenler’’, İstdergi. (Erişim Tarihi: 19.12.22) https://www.istdergi.com/tarih-belge/ayilarin-basina-gelenler