Çok iyi hatırlıyorum, bu yaz arkadaşlarımla bir parkta oturmuş piknik yapıyorduk. Ve sohbet esnasında bir anda arkadaşım okuldaki vegan arkadaşından bahsetmeye başladı. İşte, “Onunla dışarı çıktığımızda doğru düzgün yiyecek bir şey bulamıyoruz. Bu yüzden onunlayken fazla yemek yiyemiyorum.” tarzında şeyler söylemişti. Ben de et yiyenlerin savunucusu rolüne bürünüp, “Nasıl böyle bir şey olur? Vejetaryenliği anladım da veganlık da neymiş? Günümüzde bir trend başlatmışlar adına da veganlık demişler!” gibisinden cümleler kurmuştum. Evet... Yaklaşık 4 ay önce, henüz veganlığın ne demek olduğunu bile bilmeden, cahilliğimle bu tarz şeyler söylemiştim. Ve şu anda bu söylediklerimden her ne kadar pişman olsam da zamanı geriye alamam.
Eskiden veganlığın sadece et yemekten
kaçınmak olduğunu düşünürdüm ve benim gibi (daha doğrusu eski ben gibi) düşünen
insanların sayısı çok fazla. Halbuki vegan olmak sadece bundan ibaret olan bir
şey değil. İşin arka planına baktığımızda veganlığın birtakım ilkelere sahip
olan bir yaşam biçimi olduğunu görüyoruz. Ve işte tam da bu ilkeler
doğrultusunda veganlar hayvan sömürüsüne, “katliamına”, hayvanların yaşam
haklarının ihlal edilmesine ve daha pek çoğuna karşı seslerini çıkarıp
tepkilerini ortaya koyuyorlar. Pek çok insanın yapamadığı bir şey bu. Günümüzde
hayvanların yaşam koşullarının kötülüğüne ve işkence edilerek kesilmesine duyarlı
olan insanların sayısı epey artmakta ise de veganların aksine, söz konusu hayvanların
etinden, sütünden, yumurtasından veya kürkünden vazgeçmek olduğunda bir anda
sesleri duyulmaz oluyor. Hiçbir şey yokmuş gibi üç maymunu oynamaya
başlayıveriyorlar birdenbire. Sessizlik, bir anda onları koruyan sığınakları
haline geliyor ve “... [onları] suçluluk duygusundan ve aynı zamanda hayvan
sömürüsünün sebep olduğu devasa ahlaki sorunlar karşısında güçsüz hissetme[kten]
koru[yor].” (Giroux ve Larue, 2021, s.19)
Vegan Kasap Limonita ise bana göre veganlığa
açıklık getirmesi bakımından çok kıymetli bir noktada duruyor. İnsanların
sadece bitkisel ürünler tüketerek yaşamlarını idame ettirebilecekleri günümüzde
bilinen bir gerçek. Yani illaki canlı olan hayvanları, onların yaşam haklarını
ihlal ederek ve onları feci şekillerde öldürerek “karnımızı doyurmamız”
gerekmiyor. İşte insanlara bunu açıklama konusunda Vegan Kasap Limonita önemli
bir kaynak rolünü üstleniyor. Ürünlerinin neredeyse tamamını kendisi üreten ve
ürün yelpazesinde, sadece bitkisel malzemelerden yapılan et çeşitlerine de yer
veren Vegan Kasap Limonita, aslında etsiz bir yaşamın mümkün olduğunu ve
insanların sandığı gibi vegan olmanın çok da zor olmadığını bize kanıtlıyor.
Tabii sadece bu da değil, bence aynı zamanda et yiyen insanlara da kendisini
sorgulatan bir konumda bulunuyor. Çünkü, “Biz sadece vejetaryenlere ve
veganlara özel hizmet veren bir dükkanız.” tarzı bir söylemdense et yiyenleri
de kucaklayan, onları yeni tatlar keşfetmeye teşvik eden bir söylem kullanıyor.
Açıkçası ben blog yazım için Vegan Kasap Limonita’yı araştırırken internet
mağazasına baktığımda hem veganlar için hem de vegan olmasalar bile bu beslenme
tarzını merak edenler için kapsamlı bir ürün yelpazesi olduğunu gördüm. Aslında
bu bir bakıma, vegan olmak isteyip de et, peynir vb. yiyecekleri tüketmekten
bir türlü vazgeçemeyen insanlara, içeriğinin sadece hayvansal olmaması
bakımından farklılaşmasıyla, vegan olunca da bu ürünleri tüketebileceklerini
onlara söylüyor. Ve belki de hayvanlara yapılan bu zulümden etkilenen ancak
onların etini yemekten de vazgeçemeyen insanlara ilham kaynağı oluyor.
Veganlar bize hayvansal herhangi bir ürün
tüketmeden de yaşayabileceğimizi gösteren canlı kanıtlar olarak duruyorlar. Ve
onları temsilen Vegan Kasap Limonita, bitkisel malzemelerden ürettiği et
ürünleriyle de bunu destekleyen bir noktada duruyor. O zaman burada şu soru
aklımıza geliyor: “Madem biz hayvan eti yemeden de yaşayabiliyoruz. O zaman
neden bazılarımız hala et yemeye devam ediyor? Et yemek doğuştan gelen bir şey
mi, yoksa bize öğretilen ve sonrasında alışkanlık haline gelen bir davranış mı?
Şöyle bir dönüp geniş perspektiften baktığımızda aslında “Etle ilgili damak
tadının insan için doğal olmadığının kanıtlarından biri, çocukların bu türden
gıdaya ilgisizliğidir.” (Rousseau’dan akt. Ryan,
2019, s. 206) Eğer biz çocukken et yemeye karşı ilgisizsek o zaman ete ilgi
duymaya yönlendirilmiş olduğumuz sonucu çıkıyor. Neticede bizi et yemeye
yönlendirenin, “...etle ilgili yaygın damak tadına [sahip olmamıza] yol açan
[şeyin ise] kültürel beklentiler” (Ryan, 2019, s. 206) olduğunu anlıyoruz.
Artık et yemeyi öğrendiğimizin ve bunun
kültürel beklentilerden kaynaklandığının farkındayız. Ama iş et yemekten
vazgeçme noktasına geldiğinde hala birçoğumuz duraksıyoruz. Bunun nedeni ise “...et[in]
birçok insana lezzetli gel[mesinden] duyulan haz ve etyemez bir beslenme
rejimine geçip bunu sürdürmek bir parça çaba gerektirdiği için rahatlık[tır].” (Degrazia, 2006, s. 114) İşte bu noktada Vegan Kasap
Limonita, hayvanların yaşam hakkını hiçbir şekilde ihlal etmeden, adeta bu
dünyada isteyince her şeyin mümkün olduğunu bizlere kanıtlamak istercesine, içeriğinde
sadece bitkisel ürünler bulunan et ürünleriyle insanlara alternatif bir yol
sunuyor. Bizlere hayvanlar olmadan da et yiyebileceğimizi gösteriyor.
Vegan Kasap Limonita ile ilgili ilgimi çeken
bir başka şey ise ismi oldu. Bilindiği üzere kasaplık, vegan düşüncesine
aykırıdır. Her şeyin ötesinde ürünlerinde hiçbir hayvansal kaynak kullanılmayan
bir mekan, neden isminde kasap kelimesini bulundurur, diye de düşünmüyor değil
insan. Tamamen bitkisel ürünler satan bir işletmenin, ismiyle bile insanları
düşündürerek onlara farklı bir bakış açısı kazandırması çok manidar geldi bana.
Çünkü insan bu ismin üzerine düşününce fark ediyor, yapılan “kelime oyunundaki”
ironiyi ve Vegan Kasap Limonita isminin
ardındaki mesajı: “Evet, biz hiçbir hayvansal kaynak kullanmıyoruz ama biz de
et üretiyoruz. İsteyince her şey mümkün! ”
Kaynakça
Degrazia, D. (2006). Hayvan Hakları. Ankara:
Dost .
Giroux, V.- Larue, R. (2021). Veganizm.
İstanbul: İletişim .
Ryan, D. (2019). Hayvan Kuramı
Eleştirel Bir Giriş . İstanbul: İletişim.